27 Ocak 2011 Perşembe

İnanan, Savunan, Mücadele Eden 68'liler, Militarist 70'liler

Bu gün, 68 kuşağından ağabeylerimin bulunduğu bir ortamda 72'li biri olarak, 68 - 70 kuşağının darbelere bakış açısının farklığı hakkında derin bir sohbet ortamının tartışmacısı olma fırsatı yakaladım. Çok keyifli ve bir o kadar eğitici bir sohbetti doğrusu. Kah sinirlendik,  kah üzüldük, ama ilginç bir sonuca ulaşan tartışmamız, 68 kuşağından arkadaşların belkide beni ilk defa anlayarak hak verdiği bir empati ortamıyla son buldu.

Tartışma darbe ve darbe yanlısı suçlamalarıyla başladı ve nedendir bilmiyorum bir anda tartışmanın etrafımda döndüğünü farkettim.

68 kuşağını temsil eden ağabeylerim, darbeyi ve askeri yönetimi yerden yere vururken bunu savunan tek kişi olmam nedeniyle bütün gözler bana döndü, bende bana konuşma fırsatı verirlerse neden böyle düşündüğümü onlara aktarabileceğimi, ve bana hak vereceklerini söyleyerek söze başladım;

Sizler, 68 kuşağı olarak, 12 Eylül 1980 öncesinde olanların canlı tanıkları, belkide mağdurlarısınız.

O yıllarda sağcısı, solcusu inandığınız fikirler uğruna mücadele verdiniz ve eminimki samimiydiniz, bu benim kuşağım tarafından gerçektende taktir gören bir özelliktir o dönemin insanlarına atfedilen.

Ama bizim gerçeğimiz sizlerden çok farklı arkadaşlar. Bakın bir de bizim gözümüzden görünen o yıllara...

Sizler sendikal haklar, sosyal demokrasi, vatan, milletin bekası ve korunması adına mücadeleye öylesine kaptırmış ve bu mücadelede öylesine yoldan çıkmıştınız ki, o yıllarda çocuk olan bizlerin ne yaşadığının ne farkındaydınız nede bunu düşünecek durumdaydınız.

Oysa bizlerin hatırladığı 12 Eylül öncesi dönem : Evimizin karşısındaki okulumuza gidemediğimiz, sokağımızda bir gün sağcı - polis, bir gün solcu - polis, öbür gün sağcı - solcu çatışmalarının olduğu ve daha o yıllarda 6 - 7 yaşlarında olan benim gibi insanların silahseslerinden ürküp günün yarısını evimizdeki yemek masalarının altında oyuncaklarımızla oynamaya çalışıp, annelerimizin bir "şey yok oğlum - kızım, amcalar tartışıyor geçecek" telkinleriyle yaşamaya çalıştığımızı hatırladığımız yıllardı.

Daha çocuktuk ve her akşam TRT televizyonunun akşam haberlerinde 49, 50 kişilik ölmüş insanların isimlerinin okunması kaldı akıllarımızda. Sonra Abdi İpekçi; hala unutmam o gün babamın nasıl üzüldüğünü, televizyonda gördüğüm sonradan Abdi bey'in arabası olduğunu öğrendiğim bir 131'in sokağın ortasında durur halini. Sonra bir iplik fabrikası hatırlıyorum iğlerin sökülüp gerçek bir savaş havasında insanların birbirine salladığı.

Körpecik beyinlerimizi meşgul eden şeyler yağ kuyruklarından bir an evvel oyuna koşturmak, okulda kullanacağımız dosya kağıdının gelip gelmeyeceğini merak etmek, annemizin bizi bakkala birşeyler almaya göndermeyeceğini ummaktan ibaretti. Umardık çünkü o kuyruklar ve beklemek bitmez gibiydi.

Dünya umurumuzda değildi belki, ama ne zaman ortalıkta topluca gezinen birilerini görsek yada patırtı kütürtü duysak irkildiğimiz, saklanmak için eve koşuşumuz gelir gözümün önüne hep.

Çocuktuk ve hayatımız, o çocukluğumuzu kabus haline getiren korkularımızla doluydu, üstelik bizim korkularımız öcü möcüde değildi hani, kanlı canlı eli silahlı insanlardan korkuyorduk. Sonra sokağı boydan boya geçen bez parçalarından, çünkü annemiz sıkı sıkı tembihlerdi "aman oğlum onlar pankart, onu görürüsen sakın yaklaşma" çünkü bombalı olabilirdi o bez parçaları.

Korkardık çünkü okulda bahçede oynamak bile tehlikeliydi, arkadaşlarımız ölmüştü. İlk okul bebesine bile merhamet göstermekten aciz canavarların silahlarından çıkan kurşunlardan.

Biz böyle korkularla dolu günlerde yaşadık çocukluğumuzu ve bir gün Ankara, Anıttepedeki evimizin önünden geçen tankların paletlerinin sesiyle uyandık. Yine korkmuştuk ama babam sevinçliydi asker amcalar yönetime elkoymuş ve artık akan kan duracaktı.Korkmamıza gerek kalmayacaktı.


İşte siz 68 kuşağının işkencelerle, tutuklamalarla, açıyla andığınız 12 Eylül 1980 sabahı benim neslim için bu demekti "Özgürlük".

Sıkı yönetim vardı, ama kimse bizim sokakta oynamamıza karışmazdı, asker amcalara selam verirdik sık sık.Onlarda haydi bakalım küçükler doğru eve der bizi tatlıca kovalarlardı. Askerde bu demekti bizim için.

Yağ kuyrukları bitmiş, bakkal evrende ne ararsak bulur olmuştuk. Kasabımız kaya amca tezgahını malla doldurmuştu, en güzeli de çizgili kağıt rahatça bulunabiliyordu artık.

Bakkala gitmek işkence değil keyif halini almış, şeker derdine 50 kuruşluk harçlıklarla bayram eder olmuştuk.

Ne işkencelerden haberimiz vardı, nede tutuklamalardan... Mutluyduk artık, asker amcalar korkularımıza son vermişti nasılsa !

Huzur içinde okulumuza gidebiliyor, egzoz patladığında sağa sola kaçışmıyorduk.Yeniden çocukluğumuzun hülyalarına dalmış büyüyüp gidiyorduk.

İşte 12 Eylül 1980 darbesinin  benim neslimin gözüyle görünümü.

Biz askeri ve orduyu sevdik, iyi ve sıcak olduklarını, bizi korumak için, devleti kuranların bizler için varolduğunu öğrendik. Sevdik, bağlandık ve bir parçası olduk ordunun.

Sonra 1989'da şemdinlide terörü tanıdık, kahpe ve kalleş yüzünü gördük gençliğimizin daha başlarında. Küçücük bebeklerin, annelerinin yanı başında kanlar içinde cansız bedenlerini gördük televizyon kanallarında, hırslandık lanetler okuduk.

Güney doğu bizler için bir vakaydı artık, askerlik çağına gelmiş 1990 lı yıllara adım atmıştık her gün gelen şehit haberleri, bitmek bilmeyen baskınlar bizim için vatan demekti, bayrak demekti, ordu demekti.

Milletimize sahip çıkmanın zamanı gelmişti işte; kuşandık silahımızı, giydik şerefli Türk askerinin üniformasını.

Vatanımız sağolsun, allah utandırmasın diyerek adım attık kışlalarımıza, savaşa hazırlandık eğitimlerimizle ve o gün geldiğinde bizde gittik gerçeğimiz olan güney doğuya, vatanın toprağını savunmaya.

Artık ordu bizdik!

Kimimiz kaldı vatan toprağında, kimimiz bir parçasını gömüp geldi anasının kucağına, kimimiz ise tek parça ama bir hayli eksik geldik sıcacık yuvamıza. Ama o orduyu içimizde kalbimizde taşıdık, ordu millettik biz. Buna inandık bu inançla yaşadık.

Sonra birileri çıkıp ordu bu milletin ilerlemesini, gelişmesini istemiyor demeye başladı. Zamanla darbeci olduk.

TSK; inandığımız ve vatanı koruduğunu düşündüğümüz tek kurum, sindirildi sessizleştirildi. Sonra 12 Eylül 1980 dendi, kara bir gün dendi, lanetlendi. Oysa bizim için "özgürlük" demekti, "kurtuluş korkulardan, huzur" demekti...

Bugün neye inanacağımızı şaşırdık artık. Bizim neslimiz 70 kuşağı kayıp bir nesil haline geldi. Siz 68 kuşağı kusuruma bakmayın, belki çok temiz ve iyi niyetlerle başlamıştınız mücadelenize ama yitip giden biz olduk.

İşte bu nedenle yadırgamayın benim ordumu sevmemi, saygı duymamı. Ben o ordunun sevgisiyle büyüdüm çünki...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder